“Kaç defa?” Kaç defa ölümlülüğün farkına varır insan? Kaç defa bilincini büsbütün arı bir fanusa koyup, iştençsizce uçurumun dibine adım adım getirebilir yoz kaderini? Çatışkının neresindedir ki o yüce ışığın bilgeliği? Bilge midir bize doğru koşan o yakıcı ışık? Bilgedir elbet, büyükler her zaman her şeyi en doğru şekilde vahşederler. Korku değil bu, tiksinme de uyandırmıyor; hayır, hayır! Kesinlikle yabanıllık da değil buna sebep… Peki ya ne? Ne olduğunu değil, ne olmadığını gayet iyi biliyoruz. Ne sebeple orada olmadığımızı da. Ve ne sebepler onların o sapsarı cehennemin ortasında, günahları çıplak bir şekilde oturduklarını da pekâlâ biliyoruz. Peki ya sorun ne?
Kavuniçi yle başlıyoruz biz değişime ; neden kazayağı değil, devetüyü değil de kavuniçi bilmeden.. Dışarda bir yerlerde “bir şeyler” oluyor, “bir şeyler” değişiyor. İçeride ise kavuniçiyle yaşıyoruz biz değişimi. Ona öyle anlamlar yüklüyoruz ki değişiveriyor hiç bir suçu yokken, “renk”liğini unutturuyoruz ona. Nasıl mı? Hislerimizi pek değil de, “antenlerimiz”i çalıştırmayı tercih ediyoruz. Farketmemeye çalışarak ne […]
Nereden biliyorduk kara kedilerin uğursuzluk getirdiğini? Önünden kara kedi geçen birinin başına kötü şeyler geldiğini gördük mü gerçekten? Ya da aranızdan kara kedi geçtiğinde arkadaşınızla aranız gerçekten bozuldu mu hiç? Kim söylemişti bize bunları? Neden inanmıştık…